Salı, Eylül 09, 2014

YK 1. Gün || Steve Hockensmith "Musibet Şafağı" || Önokuma ve Çekiliş

1. BÖLÜM

Bir cenaze töreninin ortasında kalkıp gitmek hiç de yakışık almazdı. Ama insanın kendi cenazesinde kalkıp gitmeye yeltenmesi, olacak şey değildi!
Tören başladığında, Bay Ford herhangi bir ceset kadar uslu görünüyordu. Tabutunda boylu boyunca yatan adam, ölümünde de tıpkı hayattayken olduğu kadar, kaskatı ve ifadesizdi. Çok bayılmadığı merhum komşusunu süzen Oscar Bennet, içinden, seni şanslı hıyar, diye geçirmeden edemiyordu.
Ne de olsa, kiliseden bir an önce çıkıp gitmek için can atan Bay Bennet'a göre, ölümün karanlık boşluğu bile şu çektiği işkenceden bin kat iyiydi. Kürsüdeki Rahip Cummings, ancak rüyasında sayıklayan birinin şevk ve heyecanıyla, Toplu Dua Kitabından bölümler okudukça okuyor -ve okuyor ve okuyor ve yine okuyor- kilise sıralarını dolduran heykeller -yani Meryton, Hertfordshire'ın muhterem halkı ise kim daha uzun süre hareketsiz kalacak diye âdeta birbiriyle yarışıyordu.

Fakat içlerinden biri, bu yarışmayı hükmen kaybetmiş durumdaydı. Bay Bennet'ın eşi. Bayan Bennet tabutun kulp ve kaplaması hakkındaki -fısıltıdan hallice- yorumlarını paylaşmaktan kendini bir türlü alamıyordu. Pirinç mi? Ne ayıp!  Oysa geçen hafta Bayan Morrison'ınkiler altındandı, hem de beş kuruşları olmadığı halde. Bennet'ların beş kızından en küçükleri olan Lydia ve Kitty de her nedense sürekli kıkırdayıp duruyorlardı. O esnada, ortanca kızları olan on dört yaşındaki Mary ise, kıkırdayıp duran ve kaçıncı defadır azarlamalarını duymazdan gelen kız kardeşlerini büyük bir azimle susturmaya çalışıyordu. Ne de olsa, ahlak söz konusu olduğunda, kendisini Rahip Cummings'den -hatta İsa'dan- sonra Meryton'daki en önemli ikinci bilirkişi olarak görüyordu.
Hiç olmazsa Bennet'ların en büyük kızları Jane, her zamanki gibi zarif ve ağırbaşlıydı. Gerçi elbisesinin dekoltesi bir cenaze töreni için biraz fazla sayılırdı. "Aç hayatım, aç!" diye üstelemişti annesi bu sabah. "Lord Lumpley de orada olabilir!"
Elizabeth'e gelince, Bay Bennet'ın ondan yana hiçbir endişe ya da çekincesi yoktu. Elizabeth, yaş ve güzellikte Jane'den sonra gelse de akıl ve karakterde birinciydi. Bay Bennet, en gözde kızına bakmak için eğildi -ama kızı, yüzünde müthiş bir dehşet ifadesiyle, ağzı bir karış açık, kilisenin ön tarafına bakmaktaydı.
Bay Bennet, bakışlarını kızının baktığı yöne çevirdi. Gördüğü şey, zor elde edilen ama bugünlerde pek kıymeti bilinmeyen bir lükstü. Az sonra gömülecek olmasına rağmen, merhumun başı, omuzlarının üzerinde hâlâ dimdik durmaktaydı. 
Gerçi bu baş... Sanki bir parça sola mı dönmüştü ne? Dudakları kıpırdamış, göz kapakları oynamamış mıydı? Hatta o gözler gerçekten de ağır ağır...
Evet, evet, doğruydu!
Bay Bennet sırtından soğuk terler boşaldığını hissetti. Karıncalanan parmakları, olmayan bir kılıç kabzası aranıyordu sanki.
Merhum Bay Ford, gözlerini açtığı gibi doğrulup dimdik oturmuştu.
Yerinden ilk sıçrayan Bayan Bennet oldu. Ve ne yazık ki ilk iş olarak etrafta hâlâ uyuyan ölüler varsa bile, hepsini uyandıracak şiddette bir çığlık padatıp kocasının kucağına atladı, öyle bir şiddede atlamıştı ki daha çelimsiz bir adamın kolaylıkla beli kırılabilirdi.
"Kendini bırakma kadın!" dedi Bay Bennet.
Ama kadının bırakmadığı, oydu; üstelik ayaklamaları Kitty ve Lydia'ya da bulaşmıştı.
Ön sıradaki Bayan Ford, sendeleyerek ayağa kalkıp gözlerini tabuta dikti.
"Martin!" diye haykırdı. "Martin, canım sevgilim, yaşıyorsun!"
"Hiç sanmıyorum madam!" diye seslendi Bay Bennet -bir yandan da eliyle karısının ağzını kapamaya çalışıyordu. "Biri bayana engel olsun lütfen!"
Cemaatin büyük bir çoğunluğu ya çığlık atıyor ya arkasına bakmadan kaçıyor ya da her ikisini birden yapıyordu. Yine de birkaç gözü pek insan, öteki taraftan geri dönen kocasını öpücüklere boğmaya hazırlanan Bayan Ford'u yakalamayı başarmıştı.
"Teşekkürler!" dedi Bay Bennet. 
Sonraki birkaç dakikayı, karısının ellerinden kurtulmak için cebelleşerek geçirdi. Ama başaramayacağını anlayınca, onu da peşinde sürükleyerek bir adımda koridora çıktı.
"Ben oraya gidiyorum Bayan Bennet." Tabutundan çıkmaya çalışan Bay Ford'u işaret ediyordu. "Bana eşlik etmek istiyorsan, kendin bilirsin."
Bayan Bennet, kocasını bırakıp şöyle bir arkasına baktı ve Jane'in hâlâ arkasında olduğundan emin olduktan sonra, büyük kızının kollarına yığılıverdi.
"Çıkar onu buradan," dedi Bay Bennet, Jane'e. "Lydia ve Kitty'yi de çıkar."
Sonra dikkatini arka sıradaki iki kızına yöneltti. Elizabeth ve Mary'ye. Mary, küçük kız kardeşiyle konuşuyordu.
"Musibetler geri döndü!" diye çığlık atıyordu Kitty.
"Sakin ol kardeşim," dedi Mary. Sesi son derece donuk çıkıyordu. Ya sakin olmaya çalışıyordu ya da kafayı üşütmüştü; hangisinin olduğunu söylemek güçtü. "Karar vermekte acele etmemeliyiz."
"Acele mi? Acele mi?" Lydia, yaşayan ölü Bay Ford'u işaret etti. "Adam tabutundan kalkmış oturuyor resmen!"
Mary dönüp boş boş arkasına baktı. "Yine de onun bir musibet olup olmadığını bilmiyoruz."
Ama Elizabeth biliyordu. Bay Bennet bunu kızının gözlerinde görebiliyordu -ne de olsa kızı, gözlerini dikmiş ona bakıyordu.
Yine de kızcağız gerçeği tam anlamıyla kavrayamamıştı. Bunca zaman kızından saklamak zorunda kalmışken, nasıl kavrasındı ki zaten? Ama aklı başında bir kız için bu kadarı da yeterince açıklayıcıydı. Musibetlerim dönmüştü ve çığlık atmaktan çok daha fazlası yapılmalıydı. Ve babası, yapmaya kararlıydı.
Fakat Elizabeth'in tahmin edemediği -hatta hayal bile edemediği- şey, bu işin bir parçası olmaktı.
"Elizabeth, Mary, benimle gelir misiniz lütfen," dedi Bay Bennet.
Ve dönüp mihraba doğru ilerledi. Zombiye doğru. 

2. BÖLÜM

İlkin babasının peşinden gitmek. Elizabeth için zor olmak şöyle dursun, imkânsızdı.
Çünkü sıranın bir ucunda, ayılıp bayılan annesi, diğer ucunda ise çığlık çığlığa bağrışan Kitty ve Lydia yüzünden, koridorun her iki çıkışı da kapalıydı. Dövünmekten başka bir işe yaramıyorlardı. Sonunda Mary, Kitty'yi kendine getirmek için, çareyi kızın yanağına bir tokat atmakta buldu. Ancak bu hamle de tek bir işe yaramıştı. Kitty, çığlık atmayı kesip Mary'yi tokatlamaya çalışarak karşılık verdi.
İtiş kakış, kilisenin ön tarafından gelen iniltiyle bölündü. Başlangıçta öyle cılız bir sesti ki sanki toprağın derinliklerinden, cehennemin en dibinden yükseliyordu. Sonra giderek tizleşti ve kilisedeki bütün camları zangırdatıp sidik torbalarını boşaltacak bir şiddette ulaşarak insanın içine işleyen bir çığlığa dönüştü. Öyle bir çığlıktı ki, Hertfordshire'da yıllardır böylesi duyulmamıştı. Yine de orada bulunan herkes, bu çığlığın ne olduğunu biliyordu.
Zombi iniltisi!
Cenazeye gelen herkes, kocaman, siyah bir ok gibi kapıya hücum etti. Bayan Bennet ise, mucizevî bir hızla ayılıp ayağa fırlamış ve onlarla birlikte kaçmaya başlamıştı. Jane de ona eşlik ediyordu, ama bir an duraklayıp Elizabeth'le Mary'ye sıkıntılı bir bakış attı. Kitty ve Lydia muazzam bir kalabalıkla birlikte yanlarından akın akın geçerken, Elizabeth ve Mary koridordaki pozisyonlarını hâlâ koruyorlardı.
Elizabeth, babasının peşinden gidebilirdi. Ama gidecek miydi? Mantığı ona arkasına bakmadan kaçmasını söylerken, gitmeli miydi?
Münakaşa, koskoca bir saniye boyunca devam etti.
Kaç, diyordu korku.
Yap, diyordu sorumluluk.
Sonra üçüncü bir ses girdi araya. Elizabeth, ilkin fark etmemişti bile. Hanım hanımcık genç kızların duymazdan gelmek için eğitildikleri o ses. İçinden gelen ses!
Haydi ama, diyordu. Hep merak etmiyor muydun zaten...
Kilisenin ön tarafına yönelen Elizabeth, üstüne gelmekte olan insan seline doğru döndü ve akıntıya karşı yürümeye başladı. Yanından geçip giden her yüz, bir öncekinden daha dehşet doluydu. Onlardaki paniğin kendisini de sinsice ele geçirmek üzere olduğunu hisseden Elizabeth, insanları görmemek için bütün iradesiyle direnmeye karar verdi. Etraftaki herkes ve her şey, koskocaman, belirsiz bir karartıya dönüşmüştü, öyle ki yanından ok gibi geçen Philips Teyzesinin "Lizzy, ne yapıyorsun! Bu taraftan! Bu taraftan!" diye haykırdığını bile fark etmedi.
Elizabeth, ancak koridorun sonuna ulaştıktan sonra, gözlerinin yeniden görmesine izin verdi. Mary'nin, peşinden gelip gelmediğine bakmak için geriye döndü- Kız kardeşi, tam arkasındaydı. Hatta öyle yakındı ki adımları etek uçlarına değiyordu.
Rahatlayan Elizabeth içtenlikle gülümsedi. Ama Mary, bu komplimana karşılık vermeye pek hevesli değildi.
"Sadece seni takip ediyordum," dedi.
Elizabeth yeniden ileri baktığında, babasının, tabutun yanı başından onları izlediğini gördü. Gülümsemiyordu ama du- daklarındaki kavis ve gözlerindeki parıltıdan tuhaf bir memnuniyet okunuyordu. Tıpkı babasıyla aralarında, annesinden gizlice şakalaştıklarında olduğu gibi. Tabutun yanında -ama çok da yaklaşmadan- babasına eşlik etmeye cesaret edebilen üç kişi daha vardı. Bayan Ford, onun erkek kardeşi Bay Elliot ve bir de Rahip Cummings.
Elbette Bay Ford da oradaydı ama o artık, "kişi"den sayılmazdı.
"Yaklaşın kızlar. Isırmaz," dedi Bay Bennet. "Tabii menziline girmediğiniz sürece."
Ağır adımlarla tereddüt içinde ilerleyen Elizabeth ve Mary, babalarına katıldılar. Yaklaşmakta olan kızlara doğru dönen Bay Ford, boş gözlerle onlara bakıyordu. Gerçi yüz ifadesinin hâlâ eskisi gibi olduğunu görmek, Elizabethi bir parça rahatlatmıştı. Ne de olsa, Bay Ford, hayattayken de fazla dost canlısı bir komşu sayılmazdı. Güler yüz cimrisi adam, bunu daha çok iş getirmesi muhtemel insanlara saklardı.
Elizabeth kendini bildiğinden beri, adam kasabanın eczacısıydı. Civarda, asık yüzü ve terazide hile yapmasıyla tanınıyordu. İki gün önce yolda bulduğu yarım peniyi almak için yere eğildiğinde, faytonuyla gezintiye çıkmış ve gülümseyen sütçü kız yüzünden geçici körlük yaşayan Lord Lumpley tarafından ezilmişti. Ekselansları neye çarptığını görmek -ve sütçü kıza çapkın bir bakış daha atmak- için hızlı faytonuyla manevra yapmasaydı, belki de hiçbir şey olmayacak, Bay Ford önemsiz yara berelerine ek olarak önemli bir darbe daha almayacak, bacakları kopmayacaktı!
Bayan Ford, "Ah, Martin. Benim sevgili Martinim!" diye hıçkırıyor, Bay Elliot ise onu sımsıkı tutarak kocasını okkalı memelerine bastırmasına engel olmaya çalışıyordu. "Az kalsın seni canlı canlı gömecektik!"
Bayan Ford'un sevgili Martini, boş bakışlarını bir an için kadına doğru çevirmekle yetindi ve sonra da işinin başına döndü. Gövdesini tabuttan çıkarmaya çalışıyordu. Pantolonunu çıkarıp kopuk bacaklarının tam anlamıyla "ölü gibi ağır" yükünden kurtulsaydı, bunu anında başarabilirdi ama şu anda bunu akıl etmek, adamın artık olmayan muhakeme gücünü aşıyordu.
"Sevgili Bayan Ford," dedi Bay Bennet. "Korkarım ki bu cenazeyle ilgili tek yanlış, kocanızın az kalsın kafası hâlâ yerli yerindeyken gömülecek olmasıydı."
"Hayır!" diye haykırdı Bayan Ford. "O sadece uyuyordu! Baygındı! Geçici olarak kasları donmuştu! Şimdi çok daha ıyı!
Tabuttaki yaratık, kadının kederli bağırış çağırışları üzerine, uzun kaskatı kollarıyla ona doğru uzanıp uyuşuk hamleler yapmaya başlamıştı.
"Urrrrrrrrrrrr," diyordu.
"Gördünüz mü! Beni tanıdı işte!" diye haykırdı Bayan Ford. "Evet sevgilim, benim! Senin Saran!"
"Tanrı aşkına," diye iç geçirdi Bay Bennet. "Gördüğü tek şey, zahmetsiz bir öğün." Sonra Bay Elliot'a döndü. "En iyisi bayanı buradan uzaklaştırmanız olacak galiba."
Bay Elliot hemen başını sallayıp "Evet... Evet, tabii ki," diye kekeledi. Kendisinin de uzaklaşmaya can attığı her halinden belliydi. Yine de kaçmak için hevesle koştururken, kız kardeşini de çekiştirmeyi ihmal etmedi.
"Maaaarrrrrrrtiiiiiiiinnnnnnnnn!" diye inledi ağabeyinin peşinde sürüklenen Bayan Ford.
"Urrrrrrrahrrrurrrrrrrrrrrrrrrrrr!" diye karşılık verdi kocasından geriye kalan şey.
"Gün gibi ortada olan bir şeyi nasıl oluyor da göremiyor?" diye sordu Mary. Ortasından ikiye bölünmüş olan Bay Ford'un tabutundan kalkıp oturması epey bir şok etkisi yaratmıştı, doğruya doğru. Ama Mary, karşısındaki zombiden çok, Bayan Ford'dan tiksiniyor gibiydi.
"Öyle hemen yargılama tatlım," dedi Bay Bennet, kızına. "Saflık, günümüzde bütün İngiltere’nin işlediği bir günah, senin ahmak baban da buna dâhil. Sonu gelmeyen kâbusumuzun nihayet bittiğini, yeni bir dönemin başladığını sanmıştık. Kahretsin ki esas saflık da buydu zaten. Neyse -yapılacak çok önemli bir işimiz varken, durmuşum burada çene çalıyorum!" Tabuta doğru dönüp parmağını alt dudağına götürerek düşünceli düşünceli dokundu. "Acaba... Bu şeyi... Nasıl... öldürmeli?"
Elizabeth hafiften irkildi. Gerçi kendisini şaşırtan şeyin ne olduğundan çok da emin değildi. Babasının öldürmekten bahsettiği bu şeyin, çocukluğundan beri tanıdığı bir komşuları olması mıydı? Yoksa, babasının bunu söylerken takındığı, soğukkanlı, kayıtsız tavır mıydı?
"A-ama efendim," dedi Rahip Cummings. "Siz onun kesinlikle öyle olduğundan emin misini? Yani bir... Bir... Bir" Rahibin sözlerini Bay Bennet tamamladı.
'Bir musibet olduğundan mı? Buna hiç şüphe yok. Şu bizim Doktor Long'un Hipokrat olmadığı kesin, ama ortasından ikiye bölünmüş bir adamın ölüm teşhisinde yanılacak kadar da beceriksiz değildir."
Rahip endişeyle başını sallayarak bu mantığı kabul etmek zorunda kaldı. "Sa-sanırım, haklısınız. Peki, onu burada... Yok etmek zorunda mısın? Yani... Yani mihrabın üzerinde? Dediğiniz gibi, zavallı Bay Ford'un bacakları yok zaten... Yyani k-k-kopmuş. Bu durumdayken bir te-tehlike oluşturmuyor nasıl olsa."
"Bay Cummings, kafa, boyun ve omuzdan ibaret bir musibetin, İskoçyalı bir savaşçıyı midesine indirdiğini gördüm. Hem de etekleriyle beraber."
Elizabeth, babasının bir an için kendisine baktığını gördü. Amacı bir şaşkınlık emaresi görmekse, göreceği kesindi. Ne de olsa Elizabeth, babasının daha önce bir ağza-alınmayan gördüğünden habersizdi.
Bakışlarını yeniden rahibe çeviren Bay Bennet, "Evet, tehlikeli," dedi. "O kutunun içinden çıkar çıkmaz, taş zeminin üzerinde bir yılan gibi kıvrılarak sürünmeye başlayacak. Hemen icabına bakmalıyız."
Bay Ford, o anda -tam da zamanında- Rahip Cummings'e doğru bir hamle yapıp kükreyerek dişlerini hızla birbirine geçirdi. Ve kendi dilinin büyük bir kısmını kopardı. Bayat çiroza benzeyen kara ve peltemsi şey, adamın kucağına düşüvermişti. Kucağındaki dili fark edince, kaptığı gibi iştahla ağzına götürdü. Kendi kokuşmuş etini yerken, zevk içinde inliyordu.
Rahip Cummings gırtlağını temizledi. "P-pekâlâ öyleyse. Bu konudaki üstün tecrübeniz doğrultusunda hareket edeceğim. Ama-ama," sesi alçaldı ve Elizabeth'le Mary'yi işaret etti, "onların bu-burada olmasına gerek yok herhâlde."
"Tam tersi," dedi Bay Bennet. "Elbette burada olmalılar. Şimdi söyleyin bana bayım. Arka tarafta bir baraka var, değil mi? Mezarlık bekçileriyle mezar kazıcılarının alet edevatlarının durduğu baraka?"
“Evet, var.”
"Kilitli mi?"
"Olmasa ge-gerek. Yani şu anda. Haines ve Rainey, Bay Ford'u gömmek için dışarıda bekliyorlardı."
"Harika. Mary..."
Ne Mary onu duymuştu ne de Elizabeth. Her ikisi de donakalmış, kendi sol elini çiğnemekte olan Bay Ford'a bakıyordu. Ama adam, ölümün tadını pek de beğenmiş gibi durmuyordu; ne de olsa, yarı-çiğnenmiş dilini çabucak dışarı tükürmüştü. Mideye indirdiği parmakları da daha lezzetli sayılmazdı.
Sonra başını kaldırdı ve içi doldurulmuş bir hayvanı andıran, kapkara, boş bakışlarını, Elizabeth'in yüzüne dikip hırladı.
"Mary," dedi Bay Bennet tekrar.
"Evet baba?"
"Çabuk barakaya koş ve bulabildiğin en büyük bahçe makasını getir."
"Peki baba."
Mary hızla koridorda koşturmaya başladı.
"Bir de kızım?" diye seslendi babası arkasından. "Büyük derken, senin taşıyabileceğin en büyük makası kastettim. Anlıyorsun, değil mi?"
Mary, solgun görünen, beyaz tenli bir kızdı. O yüzden de kâğıt gibi bembeyaz kesildiği söylenemezdi. Çünkü zaten doğuştan öyleydi. Ama şimdi, olmayan rengi de uçmuş, neredeyse şeffaflaşmıştı. Yine de başını sallayıp uygun adım yürüdü.
Bay Bennet gülümseyerek "Aferin benim kızıma," dedi.
"Ya -yani, siz ona-? Yani k-kendi kızınıza... Ama bayım! O sadece bir çocuk!"
"Artık çocuk olmak gibi bir lüksümüz yok," dedi Bay Bennet. "Ama korkmayın Bay Cummings. Yapılması gerekeni genç Mary nin yapmasını beklemiyorum." Elizabeth'e döndü. "Tabii ablası başarısız olmadığı sürece."
Elizabeth, babasına öylece bakakalmıştı. Bay Bennet, keskin zekâsıyla, oldukça şakacı ve nüktedan bir adamdı. Ama şu anda hiç de şaka yapar gibi bir hali yoktu. Ve her nedense, babası ondan bunu yapmasını istiyordu.
Düşüncesi bile korkunçtu.
"Baba... Ben bunu yapamam."
"Yooo, hayır evlat. Yapabilirsin. Bu daha bebek sayılır. Karanlık dünyaya yeni geldi ve henüz çok zayıf. Daha sonrakileri halletmek, bundan çok daha zor olacak."
O sırada Bay Ford, rahibe doğru öyle sert bir hamle yaptı ki sarsılan tabut katafalkın ucuna doğru kaydı. Kaskatı adaleleri giderek rahatlıyor, esneklik kazanıp güçleniyordu.
Elizabeth geriledi. "Neden ben?"
Ona her zaman şefkatle bakan babası, bu kez son derece sert bakıyordu. Adamın bakışları, olacakların kehaneti gibi, âdeta delip geçiyordu. "Neden olmasın?"
Elizabeth bir düzine sebep sıralayabilirdi elbette. Her şeyden önce, kendisi genç bir kızdı. Yine de daha ağzını bile açamadan, babasının cevabı gözlerinde belirmişti.
Bunların hiçbirinin önemi yok. Musibetler geri döndüğüne göre, artık önemi yok.
Tam o sırada Mary, devasa bir bahçe makasıyla içeri girdi. Üstelik inisiyatif kullanıp babasının yüzünü güldüren bir de tırpan getirmişti.
"Harika! Aferin kızım!" diye seslendi Bay Bennet. "Şimdi Bay Cummings, sakın bayılayım demeyin. Bay Ford'un ilk ölümünde, son duasını yapmaya fırsat bulabildiğinizi sanmıyorum." Tabuta yaklaştı ve salyalar akıtarak inleyen, eliyle hamleler yaparak boşluğu avuçlayan yaratığın karşısına dikildi. "Görünüşe bakılırsa, her ikiniz de şanslısınız."
Ve Mary tabutun yanına gelince, Bay Bennet kıza, bahçe makasını ablasına vermesini istedi.

Çekiliş

a Rafflecopter giveaway


5 yorum:

  1. kapağı çok itici geliyor ama buna da katılayım bari. :D kitap kitaptır sonuçta! :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katılıyorum ancak orjinal kapak bu sefer yayıncının da suçu yok (:
      Bol şans :D

      Sil
  2. https://www.facebook.com/tubaonde/posts/712306468846722
    https://twitter.com/tubaonde/status/509974406907453441
    şartlar tamam facebook ve twitter paylaşımlarım sistemde görünmüyor buraya ekledim tekrar linkleri kontrol edebilirsiniz
    Tuba Önde
    tondeumut@hotmail.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,
      rafflecopter için değil mi bu linkler? İsminiz çıkarsa buradan kontrol ederim.

      Sil

Yorum bıraktığınız için teşekkürler. En kısa sürede döneceğim (: