Sophie McKenzie
KAYIP KIZ
Çeviri
Begüm Ayfer
BÖLÜM BİR
MARTHA’YI BULMAK
1
Ben Kimim?
Ben Kimim?
Annemin ofisindeki bilgisayarın başına oturdum ve makalenin başlığına gözlerimi diktim. Yeni nesil öğretmenler bize senenin başında hep bunun gibi ödevler veriyorlardı.
Ben kimim?
Küçükken daha kolaydı. Şunun gibi basit şeyler yazabilirdim: Adım Lauren Matthews. Kahverengi saçlarım ve mavi gözlerim var.
Ama şimdi ilgimizi çeken konular hakkında yazmak zorundaydık. Sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz. ‘İçimizde’ kim olduğumuz.
Bir molaya ihtiyacım vardı.
Arkadaşım Jam’e mesaj attım. Slm nbr? Şu aptal ‘bn kmm’ ödevi nasl gidiyr?
Bir dakika sonra cevap geldi: James ‘Jam’ Caldwell’in akşamın erken saatlerinde ödevi üzerinde çalışırken sıkıntıdan öldüğünü bildirmekten üzüntü duyuyoruz.
Sesli sesli güldüm. Jam her zaman beni neşelendirir.
Sınıfımdaki bazı kızlar onun benim erkek arkadaşım olduğunu söyleyerek beni kızdırmaya çalışıyorlar. Bu şu ana kadar duyduğum en aptalca şey. Jam ve ben ilkokuldan beri arkadaşız.
Ben kimim?
Başımı ellerimin arasına koydum.
Nereden geldiğini bilmezken, hangi insan kim olduğunu çözebilir ki?
Ve benim nereden geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok.
Ben üç yaşındayken evlat edinilmişim.
Bir dakika sonra annem alt kattan seslendi. “Lauren. Çay hazır.”
Aşağı doğru koşturdum, makalemden uzaklaştığım için mutluydum ama mutluluğum uzun sürmedi.
“Ödevin nasıl gidiyor?” diye sordu annem, kızgın tavanın içindeki bir şeyi çevirirken.
“Hımmm,” diye geveledim.
“Tanrı aşkına, Lauren,” diye iç çekti annem. “Neden doğru düzgün konuşamıyorsun?”
Ona baktım. Annem her zamanki gibi. Kısa. Kemikli. İnce dudaklı.
Kesinlikle ona benzemiyorum.
Çok yavaş ve anlaşılır bir biçimde konuştum. “Gerçek annem kim?”
Annem donakaldı. Bir saniyeliğine dehşete düşmüş gibi göründü ve hemen sonra suratı bir maske gibi kaskatı kesildi. Hiçbir duygu yoktu.
“Benim,” dedi. “Ne demek istiyorsun?”
“Hiçbir şey.” Tek kelime etmemiş olmayı dileyerek uzaklara baktım.
Annem sandalyeye oturdu, kızgın tava hâlâ elindeydi.“Bunun seni rahatsız etmediğini zannediyordum.”
Gözlerimi devirdim. “Etmiyor.”
Annem tabağıma çırpılmış yumurtaları koydu. “Her neyse, sana söyleyemem. Gizli bir evlat edinmeydi. Bu da iki tarafın birbiri hakkında hiçbir şey bilmediği anlamına geliyor.” Ayağa kalktı, kızgın tavayı ocağın üzerine yerleştirdi ve bana döndü. Yüzü kaygılı görünüyordu. “Okulda biri bir şey mi söyledi?”
“Hayır.” Tabağımda duran yumurtalara doğru eğildim.
Anneme göre kafama düşünceleri her zaman başkası sokuyordu. Kendi başıma düşünmeye başlayabileceğimi hayal etmek onun için çok zordu.
“Çayla ne yiyoruz?” Rory bahçeden içeri girdi, tombul yanakları soğuk havadan kıpkırmızı olmuştu. Rory sekiz yaşında ve babamın tam bir kopyası. Annem ona ‘benim küçük deney tüpü mucizem’ der. Söyleyebileceğim tek şey, deney tüplerinde hoş olmayan birçok şeyin yetiştiği.
Rory masaya doğru patinaj yaparak kaydı ve yüzünü buruşturdu. “Çırpılmış yumurta mı? İğrenç.”
“Senin kadar iğrenç değil,” dedim.
Rory eline aldığı çatalla beni dürtmeye başladı.
“Ah. Anne, bana vuruyor.”
Annem ikimize de ateş püsküren gözlerle baktı. “Otur, Rory.” Bazen Rory’yi bir köpek olarak görüp görmediğini merak ediyorum. Bir kere bir arkadaşına şöyle dediğini duymuştum: “Erkekler yavru köpek gibidir. İhtiyaçları olan tek şey biraz şefkat ve temiz hava. Kızların işi ise çok daha zor.”
Peki o zaman neden en başta beni, bir kızı seçmişti?
Küçükken annemin benim evlatlık alınmamla ilgili söylediklerini hatırlıyorum – beni nasıl bir katalogdan seç tiklerini. Eskiden bu kendimi özel hissetmemi sağlardı.
İstenen biri gibi. Şimdi ise kendimi internetten sipariş edilen bir elbise gibi hissetmeme sebep oluyor. Üzerinize olmayan ama geri göndermesi de çok zahmetli olan bir elbise.
“Daha sonra Jam gelebilir mi?” diye sordum.
“Ödevini bitirdiğin zaman gelebilir – eğer çok geç olmazsa,” dedi annem. Bu cevabın geleceğini tahmin etmiştim.
“Bu yumurtalar kusmuğun gibi kokuyor,” dedi Rory.
Bazen ondan gerçekten, ama gerçekten nefret ediyorum.
Üst kata çıkar çıkmaz Jam’e bir e-posta gönderdim.
Sonra görüsr myz?
Birkaç saniye içinde yanıt verdi: 7’de orda olurm.
Ekranın köşesinden saate baktım: 18.15. Kırk beş dakika içinde makalemi bitirmeme imkân yoktu.
Ben kimim?
Evlatlık. Kayıp. Kelimeleri arama motoru kutusuna yazdım.
Son zamanlarda bunu oldukça düşünüyordum. Geçen hafta internette birkaç evlat edinme sitesine bile bakmıştım. Beni görseniz kahkahalarla gülerdiniz; kalbim deli gibi çarpıyor, avuçlarımın içi terliyor ve midem sanki bir düğümle bağlanmış gibi sıkışıyordu.Sanki içerisinde ‘Lauren Matthews – evlat edinme bilgilerini görmek için burayı tıklayınız’ yazan bir internet sitesi olabilecekmiş gibi.
Her neyse. Ne buldum biliyor musunuz?
Eğer üç yaşımdan önceki hayatıma dair herhangi bir şey öğrenmek istersem, annem ve babamdan izin almam gerekiyormuş.
İnanılmaz değil mi?
Benim hayatım. Benim kimliğim. Geçmişim.
Ama onların kararı.
Bunu istemiş olsam bile, annemin onay vermesine imkân yok. Bu konuda nasıl davrandığını gördünüz. Yüzü aniden paramparça olmuş bir tabağı andırıyor.Ondan hiçbir şey istemeyerek ona iyilik yapmış bile olurum.
Arama ikonuna tıkladım.
Evlatlık. Kayıp. Neredeyse milyonlarca sonuç çıktı.
Kalbim güm güm atmaya başladı. Midemin tekrar sıkıştığını hissedebiliyordum.
Arkama yaslandım. Bu kadarı yeter.
Tek yaptığım vaktimi boşa harcamaktı. Ödevimi yapmayı erteliyordum. Arama sayfasını kapatmak için bilgisayara uzandım. Tam da o anda gözüme bir site çarptı: Kayip-Cocuklar.com. Kaybolmuş çocuklar için uluslararası bir internet sitesi. Kaşlarımı çattım. Demek istediğim, bir çocuğu nasıl kaybedebilirsiniz ki? Bir ya da beş dakikalığına kaybetmeyi anlayabiliyorum. Hatta belki bir saat bile olabilir. Ve bazen psikopatın biri onları öldürdüğü için çocukların ortadan kaybolduğunu da biliyorum.
Ama annem bunun yalnızca senede bir ya da iki kere olabileceğini söylüyor.
Sitenin ana sayfasına girdim. Sayfa sürekli değişen çocuk fotoğraflarından oluşuyordu. Her fotoğraf bir pul büyüklüğündeydi ve her pul birkaç saniyede bir yeni bir yüze dönüşüyordu.
Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Bütün bu yüzler kaybolmuş çocuklara mı aitti? Sitenin içinde bir arama kutusu gördüm. Duraksadım. Hemen sonra kutucuğa kendi adımı tuşladım. Lauren. Ne yaptığım hakkında düşündüğüm söylenemezdi. Sadece vakit öldürüyor ve kaç tane kayıp Lauren olabileceği hakkındaki merakımı gideriyordum.
Tam yüz yetmiş iki tane vardı. Vay canına! Bilgisayar, araştırmamı genişletmem için adeta önümde ışıldıyordu.
İçimden bir ses durmamı söylüyordu. Ama kendime aptal olmamam gerektiğini söyledim. Ekrandaki titrek yüzler benim gibi geçmişi olmayan evlatlık çocuklar değildi. Onlar kayıp çocuklardı. Sadece bir geçmişe sahip çocuklar.
Ne ile karşılaşacağımı görmek istiyordum.
Arama kutucuğuna doğum tarihimi yazdım. Ekranda üç tane Lauren belirdi. İlki, henüz daha iki haftalıkken kaybolmuş siyahi bir bebekti.
İkincisi, beyaz tenli ve sarı saçlıydı. Dokuz ya da on yaşında gösteriyordu. Ve evet – sadece beş senedir kayıptı.
Üçüncü çocuğa baktım.
Martha Lauren Purditt
Durumu: kayıp, yaralı, aranıyor
Doğum tarihi: 12 Mart
Güncel yaşı: 14
Doğum yeri: Evanport, Connecticut, Amerika
Saç rengi: Kahverengi
Göz rengi: Mavi
Kelimelerin üzerinde yer alan fotoğrafa baktım. Tombul ve gülümseyen küçük bir kız yüzü.
Ve kızın kaybolduğu tarihe baktım: 8 Eylül
Evlatlık edinildiğim günden iki ay öncesi.
Kalbim durmuş gibiydi.
Doğum tarihi birkaç gün farkla benimkine uyuyordu.
Ve ben İngiliz’dim, kayıp kız gibi Amerika’da doğmamıştım.
O yüzden mümkün değildi.
Yoksa olabilir miydi?
Bu soru beynime bir uyuşturucu gibi hızla yayıldı, beni tersyüz ederek bütün benliğimi ele geçirdi.
O kız ben olabilir miydim?