Bazı kitaplar var ki kapağında sevdiğim bir yazarın adını gördüğüm anda konusuna dahi bakmadan okumaya karar veririm ve çok şükür şimdiye kadar hiç yanılmadım. Barbara Freethy'de benim için o yazarlardan biri. Kadının polisiye, polisiye-aşk ve aşk türünde kitaplarını okudum ve beni hiç yanıltmadı. Hangi kitabını elime alsam severek okudum. O yüzden Freethy okumak benim için bir ayrıcalıktır.
Yazarımız bu kitapta da bizi şaşırtmadı.Yine sayfaların birbirini kovadığı bir hikayeye ve uykusuz geçen bir geceye sebep oldu. Ama sonuna kadar değdi bence. Adrianna ve Wyatt'a bayıldım. Adrianna yaşadığı çocukluğuna rağmen bir insanın olabileceği en iyi kişileğe sahip birisi olmuş. Son yaşadıkları da dahil. Wyatt ise hayatta en sevdiği kişiyi kaybetmiş ve onu yeniden bulma çabasını tüm olumsuzluklara rağmen bırakmamış birisi. Aslında ikisi de o kadar inatçı ki zaten bu huyları onları şimdi oldukları kişiler haline getirmiş.
Adrianna bir aşçı. Hem de baş şef olabilecek kadar yetenekli, sokak çocuklarına yemek verecek kadar iyi kalpli birisi. Wyatt ise kararlı ve sıkı bir polis. Yani Adrianna'nın çekindiği tek şey. Fakat şimdi Wyatt'in ona ihtiyacı var. Çünkü kaybettiği kişiyi bulmasına yardım edebilecek tek kişi o.
İkilinin hikayesi kitap boyunca o kadar dolu dolu geçiyor ki kitap bitince polisiye mi aşk romanı mı okuduğunuzu anlayamıyorsunuz. Çünkü kitap da ne eli silahlı katiller var ne de romantik müzikte salınan aşıklar.Ama bir o kadar da sonu bitmeyen bir takip ve manzaraya karşı oturup geceyi dinleyen bir çift var.
Kitap geneli olarak dolu dolu bir kitaptı. Sevmek göreceli olduğundan bir şey diyemem fakat kesinlikle boş, öylesine yazılmış ve atlanabilecek sahneler yoktu. En azından benim açımdan. Kitabı sevdim evet ama tanışma anları en beğendiğim yeriydi. Kader diye bir şeyin varlığına o anda tekrar inandım. Anladım ki bazen kaderin küçük bir çarpışması size dileğinizi getirebiliyormuş.
Puanım: 10/9
Not: Evlendikten sonrasını da yazaydı tadından yenmez idi.
a Rafflecopter giveaway